Mutena Ölüm

 (sibirya soğuklarında türkiye’mde bir sokak çocuğunun son hayalini çaldım, size anlatmak için…)
Hikayeyi sesli dinlemek için
videoya tıklayabilirsiniz. 

Elimdeki çatlaklardan sızan kanın rengi açıldı. Su gibi bir beyaz sıvının çıktığı yerler soğuk vurdukça jiletle kesilmiş gibi acıyor…

Karın böyle yağdığını hiç görmemiştim. taneler belli bir yere savrulmuyor her yere uçuşuyor. hatta bazengöğe doğru yerden yağar gibiuçuyor… fırtınanın sokak köşelerini ve dam kenarlarını dönerken çıkardığı hiddetli ses uğultuya dönüştü. üşümekten yoruldum. kendimi bir kuytu yere atsam, sabaha allah kerim!

apartmana giren kıraathaneci adamın bıraktığı kapı kapanmadan yetişmiş bodrumda kendime uygun bir yer ayarlamıştım. kapıcının tekmesiyle uyandığımda “bu sefa da bu kadar” deyip tipinin olduğu sokağa döndüm…

mahalle bakkalı ve tekel bayii de kepengini kapattı. koskoca üsküdar’da sokak lambalarının uyku getiren sarı ışığından başka bir tek ışık yok! alışığım karanlığa, köpeklerden de korkmam ama kötü şeyler düşünen ağabeylerin yanından ayrıldığımdan beri yalnızlıktan korkar oldum…

tüm sokaklar birbirinin aynı!.. ya da ben dönüp dolaşıp aynı sokaktan geçiyorum ne zamandır… kutu kutu bisküvi gibi dizilmiş evlerde, birbirine dayanan, duvarları yamuk ama içinde sobaları olan evlerde anneler babalar ve çocuklar tertemiz pazen pijamalarının yumuşaklığında uykunun kollarındalar. onların anneleri başka adamla evlenmemiş! üvey babaları yok… onların babaları başka kadınla evlendiğinde, kadın “bu çocuğu istemem haa” dememiş…

ışığı yanan bir pencereden, buğulu cama burnunu dayamış bir çocuk bağırarak birini çağırdı. eliyle beni gösterdi…

yanına gelen kadın, işaret parmağını bir bana, bir çocuğun burnuna doğru sallayarak tek kaşı havada bir şeyler söyledi ve çocuğu cam kenarından hışımla çekti… sanırım kötü görünüyorum.

koruma derneğinde ilk yağmurlar başladığında yaptığım banyonun ve kaçışımın ardından ne kadar vakit geçti bilmiyorum.ama saçlarımın arasından parmaklarımı geçirmem artık mümkün olmadığından “epey” olmuş sanki.!

sıcak bir yere oturduğumda, vücudumdaki ısı normale döndüğünde tenimden tebahhur eden ve montumun önünden burnuma doğru yükselen koku benim de soluğumun kesilmesine sebep olacak kadar keskin, terli ve asitli… kar yağdığında bu kokuyu da almıyor burnum!

elimle burnumu yokladım… burnuma dokunduğumu hissedemiyorum! burnum yok! burnum artık kanatları kabuk tutmuş, içinde bin salyangozun ağlayıp öldüğü mor bir taş…duvarı kendime siper ederek tipinin son tokadına sırtımı döndüm.tutunduğum demir parmaklık parmağımı tuttu!bırakmıyor.!! etim demire yapıştı. çekmeye çalıştıkça uzayan derim çatlak yerleri çekiştiriyor ve içinden çıkan beyaz sıvının toplandığı çizikler yeniden yarılıp kanamaya başlıyor! yapışan yeri hohladım… çektim. kalınlaşmış derimden bir parça demir kapıda kaldı. yaralı elimi çatlak olan diğer avucuma alıp böğüre böğüre ağladım…

takatim kesilmek üzere. ensemi ve koltuk altlarımı ısıran bitlerin, iğne batışı gibi beni zıplatan ve kanatana kadar kaşıdığım yerlerin acısını duymaz oldum. ya bitler soğuktan kımıldayamıyorlar, ya bende ısırılacak bir şey kalmadı.

kar taneleri sokak lambasının sarı ışığının önünde öbekler halinde savaşırgibiler..kim kime saldırıyor belli değil.ama beyaz noktaların savaşında yere yapışıp kalanlar mavi boncuk taneleri gibi kümeleniyor.bastığım yeri ve sokağın bir adım ilerisini göremeyecek kadar çok tipi var.sahi bu gece kediler ve köpekler bile ortada yok!

ayağımın bileğime kadar bir su birikintisinin içine girmesiyle sendeledim! şimdi artık ayağımı da hissetmiyorum. yürürken üzerine bastığım ve vücuduma bağlanmış bir tahta var ayağımın yerinde…

ayak tabanımdan sırtıma doğru bir titreme yükseliyor. uyumam gerek. durmam gerek… camiinin önünden geçerken şadırvan altındaki mermer girintide az kar birikmiş olduğunu gördüm. ama orada da uzun süre kalamazdım. kaldırım kenarında ayağım kaydı ve dengemi kaybetmişken, tipinin iteleyen taneleri orduya dönüşüp beni taşlara yatırdılar…

kirpiklerimin üstünde dinlenen ve gözümün içine düşüp eriyen kar tanelerinden önümü göremiyordum ki demir kapaklı çöp konteynerini fark ettim…

ensemden içeri sığınmaya gelen taneler boynumu dondurmaya başladığından beri, kulaklarımdan içime dağılan sancı dayanılmaz hale geldi.kulaklarımı koparıp atmak istiyorum…!

konteynerin kapağını, zaten manşetleri dirseğimde olan montumun kol ağızlarını ellerimin üstüne çekerek, yapıştığı yerden zorlayarak ayırdım… duvar üstüne çıkıp, kendimi çöp bidonunun içine bıraktım.

bu demir odanın içinde tipinin çıkardığı uğultulu müzik daha da yankılıydı..demir kapağı üzerime kapattım.

ayaklarımı ve sırtımı içerideki torbaları iteleyerek yerleştirdim, bacaklarımı karnıma çektim, ellerimi koltuklarımın altına sığdırmaya çalıştım…

uyku beni dil üstünde eriyen şeker gibi koluna aldı…kulaklarım benim değildi,burnum ellerim ayaklarım…hepsi pamuk bir döşek üstünde beyaz sabun kokan bir çarşafta anneme ve babama bırakılmıştı..kaderim gibi…

ayşenur yazıcı / andrea and     (yazarın, “sizin hikayenizi çaldım” adlı kitabından bir öykü okudunuz)

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Yazılar
Afalina Bozkurtlar Buart