Kendinden Utanmak

Yayınevi:Nemesis (2013)

Üç şey geri dönmez:
Yay’dan çıkan ok,
Ağızdan çıkan söz,
Geçen zaman

150 km hızla yol alan hayatlarda herkes zamana kızgın! Birçok kadının aynı erkekle yolları bir yerlerde kesişiyor. Kalp, kalbe sürterek bileniyor, sivri yerleri yuvarlanıyor, acıyor!

Gurur sınavı, kirli bir aşk hikâyesini bir “hayvanın” ağzından okuyacaksınız.  “Nankör” kelimesinin ısrarla âdemoğlunun sıfatı olduğunu söylüyor.

Bilge bir kedi, insanların beş duyusunun nasıl sıradanlaştığını anlatıyor.
Evet, bir kedi anlattı, Ayşenur Yazıcı yazdı. Hepsi hayal ürünü ama romanın içinde kendi gerçeklerinizi keşfedeceksiniz ve sizin içinizdeki hayvan da evcilleşmek için bir çok sebep bulacak…

Sabrı, aşkı, hoşgörüyü felsefeyle harmanlayan bir “kedi”nin, telaş içindeki insanlara bakışı İnsana haddini bildiren pişmanlıkları, tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır. Ama ağzını açtığında da ikisi de çirkinim diye bağırır.

Kozmetiğin eşantiyonu olur, denersiniz beğenirseniz gidip alırsınız. Kitabın eşantiyonu olmaz mı? İşte kitaptan kısa bir alıntı:
Eski Sevgiliye Mektup

Canım eski sevgilim,

Eğer bu satırlara gözün değiyorsa, bu ülkeyi terk etmeden önce yatağının altına sakladığım zarfı açtın demektir. Kâğıda parmakların değdiğinde aradan ne kadar zaman geçmiş olacak, kestirmem mümkün değil. On yıl? Beş ay? Bir gün?

Bilmeni istiyorum ki kâğıdı kalemi ne kadar yazacağımı belirlemeden elime aldım. Kim bilir bu mektup bittiğinde belki sana bu zarfla beraber  yolladığım, “eski yazışmalarımızı içeren” klasörden daha uzun olacak Bilemiyorum. Senin hesabın ile “45” gün, benim hesabımla yıllar süren ilişkimizi kısa anlatamayabilirim.

Bir keşfim var! Bunun için sana yazıyorum. Tanıştığımız günden beri sana âşık olmamın, beni rezil durumlara düşürmene rağmen, neden yanına her seferinde dönmemin sebebini buldum. Buna aşk diyorlar. Ama kadersel olarak baktığımda,acı çekmem pahasına, senin hayatına yollanmamın sebebi buldum! İyileşmen içindi.

Yaşamda insan insana kalben sürterek bileniyor aşkım. Sen beni, ben seni sivrilttik, körelttik. – yahut her ne kaldıysa aklında benden –bir şeyler öğrendik ya da tam tersine, körü körüne inandığımız bir kavramı,”aşkı” yaşadıklarımızla yerin dibine batırdık.

Benim ağrıyan ruhumun bedeli olarak, senin artık insanlara güvenmeyi öğrenmen gerekiyordu.

Tesadüfen bulmadın beni. Tesadüfen bu yorgun kadının gönlünü çelmedin Bana ihtiyacın vardı, geldim, etimden parçalar kopardım senin için, şartsız sevdim seni.  

Bir adım ilerleyebilseydin, keşke tek bir adım atmayı becerebilseydin, bana “her an bu sevgiden vazgeçebilir gibi duruyorsun” dediğin için üzülecektin.

İteleyen sendin, dönen ben. Güvenilecek erkek olmanı bekledim aylarca.
Hani, “seni sevdiğime inanabilmek için” aylarca kendince kanıtlar aradın ya, sor kendine, yanında ısrarla kalmama sebep acep ne olabilirdi ki?

Hem cellat hem idam edilen olmayı nasıl becerebiliyordun Ali?

Hem efendi hem saldırgan, hem âşık hem düşman olmaktan yorulmadın mı hiç?

Acıtmak için yaptıklarının sebebi yoktu, çok canımı yaktın! Oysa sana sarılıp ölmek dâhil, “aşağılanmak” dışında her şeye gönlüm açık, çırılçıplak, en saf halimle sana geldim.

Elbet geçmişten kalp yaralarım, örselenmişliklerim vardı! Kimin yok ki? Hepsini attım bir kenara, unuttum. Sadece sen vardın, “sen hepsinden farklıydın” inancıyla geldim sana. Sen kahramanımdın, sen yapmazdın!

Hem dert ortağım, hem sevgilim hem hayat sevincim olacaktın. Koruyup kollayacaktın beni, kimseler beni incitemeyecekti artık.

Koltuğunun altına sığınmaya çalıştıkça, kol kanat germek yerine, beni kalbinden sokağa attın. Senden korunmak için içime çekildim…

Her seferinde “ben yanlış anlamışımdır” diyerek geldim sana.
Geçen zaman içinde mutlaka hayatında sevdiğin başka kadınlar da olmuştur. Onlardan biri şu an hala hayatında kalabiliyorsa ben sınavımdan geçmiş sayılacağım. Sen de.

Ali, mükemmel olmak zorunda değilsin. Kimse mükemmel değil.

Güvenmeyi ve öfkeni kontrol etmeyi öğrensen yeterdi. Bunun için Tanrı beni bir yıllığına sana yolladı.

Sınav kağıdın olarak paramparçayım Sen de benim son sınavım olarak, zalim de olsan, aşka inanmamayı öğrettin bana.

Ardından sevdiğim adamı kötüleyen tek bir kelime etmedim. Sevdiğimdin…                                 Benim sevmem yetmedi, arkadaşlarımın, ailemin, herkesin seni sevmesinden kuşku duydun. Neden?
Sevilmeyecek biri olduğuna mı inanıyorsun?

İlk ayrıldığımızda kalbimdeki his kanamasını kimseler durduramadı.
Gece isminle uyuyor, sabah ilk uyandığımda senin adın düşüyordu aklıma.

“Neden” bu kadar kolay kahreden sözler söylediğini anlayamadım hiç. Sonra sen de üzülüyordun.
Bunu hissediyordum ama kendini kontrol etmeyi hiç denemedin.

Her seferinde beni aşağılamakla için rahatlıyor, üç gün sonra pişman oluyor, sonra aynı hakaretleri yine sayıyordun.

Evet, arkadaşlarım bundan sonra artık seni sevmediler. Sen kadınına “doktor müsveddesi, ikiyüzlü, orospu” dedikten sonra gözyaşlarımı durduramadılar, bana kıyamadıkları için “gözlerimden yaşı eksik etmeyen seni” artık sevmediler.

Ben sevmeye devam ettim çünkü sınavımız bitmemişti ve bir umut, içindeki “iyi Ali'”nin her şeyi ele geçirmesini bekliyordum.
Bunu yapabilirdin. Güçlüydün sen.
İçindeki hayvandan daha güçlüydün

İç döküşlerimi dedikodu, paylaşmak istediğim ailevi dertlerimi şikâyet olarak algılayan Ali’nin sonunda “kan akıtmadan” sevmeyi öğrenmesini bekledim.

Sıfır! İkimiz de sınıfta kaldık Ali’m… Ben sabır, sen öfke sınavından geçemedik.
İnsanlarla sevgiliyken, ayrılıp nasıl dost kalabiliyorsun sen Ali?

Ben sana küs gitmedim. Benim resmimi diğer sevgililerinin olduğu albüme koyma sakın! Sadece, neden hayatın tam da o fırtınalı zaman diliminde yolumuzun birleştiğini anlamaya çalıştım. Çok emeğim vardır sende itiraf et.

Olan olmuş bir kere. Nasılsa bir daha karşılaşmayacağız da…

Tanrı’ya uzun geceler boyunca yalvardım, eğer dünyaya bir daha gelme hakkımız varsa seni bir daha görmek istemiyorum.
Haklıydın,  son kavgamızda, “söylediğim o kadar lafı onurlu bir kadın yutmazdı” derken haklıydın.

Beni onursuz duruma düşüren, her şeye baştan başlamamıza sebep olan, kalbinin ortasında açtığın sevgi tuzağı kapılardı.

“Gel gir içeri daha dikkatli olacağız ilişkimizde” diyen tatlı dilli, mantıklı Ali’nin açtığı kapı! Kandım, döndüm, onursuz oldum

İçindeki eski aldatılmışlıklara ait birikmiş kini temizlemediğin için söz vermen bile ” iyi Ali” olmana yardım edemedi. Ama ben sana inandım. İnandığım için onursuz oldum.
Kızma bana. Sadece oku.

Biliyor musun yaşam enerjisinde keskin bir formül vardır. “Bir canlının en güçlü tarafı aslında en zayıf noktasıdır” der.
İnsana olan sevgim benim zayıf noktamdı.

Her şeyiyle, tüm kötü hallerine rağmen, içindeki özün melek olduğunda inancım tam olan insan.
Sen, en sevdiğim insan olarak en güçlü noktamdan beni yaraladın. Hem de çok.

Sevdiğim, bu kuvvetli inancımı delik deşik ederken ben inatla özünün iyi olduğuna inanmaya devam ettim.

Hakaretleri yıldırmadı, önemsizmişim gibi davranmasını umursamadım, isteklerimi görmezden gelmesini…

En zayıf noktamı buldun ve beni öldürdün. Yetmedi, ruhen öldürdükten sonra cesedime herkesin gelip tükürmesi için elinden geleni yaptın.

Ben sana zarar veremezdim, çünkü içimdeki “o” en güçlü noktam, bana sevdiğine zarar verilmeyeceğini hep hatırlattı.

Seni, sana rağmen sevmemi, o delik deşik ettiğin en güçlü noktama borçlusun sevgilim.

Tıpkı bülbülün en güçlü yerinin sesi olması gibi.Avcılara yerini açıkça belli eden o güçlü sesi değil mi? Bülbülün en güçlü yanı ve zayıf noktası sesi maalesef.

Bunca satırı senin güçlü veya zayıf yanlarını anlatmak için yazmıyorum! Alıngan ve her şeyden bir mana çıkarmaya meyilli tarafın var biliyorum. İçtenlikle yazdığıma ne yapsam seni inandıramam, ön yargılarınla boğuşmaktan bıkmış bir kadınım artık.
Ehemmiyeti de kalmadı zaten. Sana iyi dileklerde bulunsam şaşırır mısın?

Bu zarfı bulduğun andan itibaren yaşamının değişmesini; seni “hak eden”, seninde ona “layık olduğun” bir kadınla sürmesini diliyorum.
O kadar derinden istiyorum ki bunu bilemezsin.

O zaman seni lanetle anan, albümündeki tüm kadınların boşuna yaşamamış olacaklar biliyor musun?
Benim acı aşk yaralarım vardı evet!
Hepimizin de kalp sabıkaları yok mu?

Tüm insanlar “bu sefer doğru insanı buldum” diyerek başlar ve hepsinin geçmişinde kırık dökük bir hikâye vardır.
Senin gibi bir erkek yaralamıştır onları da

Sahi, kaç sabıkan var Ali? Etini kemiğinden ayırdığın kaç kadın ruhu, yaşam sevincine katran döktüğün, sakat bıraktığın kaç kalp var?
Hadiii! Sadece kırık dökük hatıralardan bahsetmeyeyim.

Kendimizi kandırmak için dahi olsa, o lanet ettiğin “45 gün içinde” hayalini kurduğumuz şeylerden de iki satır bulunsun isterim bu mektupta.
Sana bir sır vereyim mi?
Seninle tanıştıktan sonra içimde gizli bir nehir koşmaya başladı.
Bana her sabah uyandığımda “kalk hayat akıyor” diyordu.
Beni elimden çekerek hayatta adımımı atmadığım yerlere götürdü.

Kendime seksi kadınların giydiği güzel iç çamaşırlarından aldım… Sonra elimden çekiştirip, senin sevdiğin tarz kıyafetlerin, kokuların satıldığı mağazaları dolaştırdı. İş peşinde koşturmaktan yıllardır bakmadığım gençlik resimlerimi albümden çıkarttırdı! Yine böyle ol dedi bana.Kirpiklerimin kısa olduğunu görme diye aylarca rimelle uyudum sevgilim. Ne komik değil mi?

Piyangodan para çıkacaktı bize. O kadar inanmıştık ki. Önce o kocaman evi satın alacaktık, sonra bir öksüzü kalbimize basıp, evladımız diyecektik. Beraber dünyayı gezecektik hani.

Bu mektuba elin değmeden önce çekilmiş, Sardunya Adası’nda kayaların tepesinde güneş batarken sarılıp poz verdiğimiz bir resmimiz olsaydı ne güzel olurdu değil mi?

Ayaklarımızı denize daldırıp bir iskeleden, elimizdeki bira şişelerini tokuşturup karşı dağdan cam şişenin yankısını dinleseydik mesela…

Ben sana bakıp, o, yüzyıllardır tanıdığım gözlerinin içine bakıp, “seni çok seviyorum” deseydim. Sen de usul bir öpüşle alnımı yaksaydın. Yüzümüze sudan yansıyan dolunayın ışığı vursaydı. Yine âşık olsaydık birbirimize, yüzüncü kez.

Planör kurslarına gitseydik, Viyana’da soğuk bir kış sabahı bistronun kaldırım masasında kahve içip serçelere kurabiye köşelerini atsaydık.

Dışarıda deli tipide kar taneleri uçuşurken, göl kıyısında sakin bir dağ evinde ışığı söndürüp, şöminenin turuncu ışıkları yüzümüze vururken kahkaha atsaydık. O sahne kalsaydı birbirimizden geriye

Sonbaharın en güneşli gününde, çimenlerde yuvarlanacağımız, bir örtü üzerine uzanıp dizini başıma yastık yapacağım bir pikniğe gitseydik, bir kez olsun!

Her ilkbaharda saksıların toprağını, her sıkıldığımızda mobilyaların yerlerini beraber değiştirseydik. Ayrı geçirdiğimiz geceler için yastığının üzerine “rezervedir” yazıp not bıraksaydık, küvete düşmüş birkaç saç telini suyun götürmesine kızsaydım her sabah.

Ne olurdu” dünyada bir ilk” olabilseydik ikimiz?
Aşklar sevgiyle başlayıp, anlaşmazlıkla biterken; biz kavga ederek başlayıp birbirimize tutulup kalsaydık!…

İş seyahatlerinden birinde beni de Malezya’ya götürecektin hani?
O sahile inen, muson yağmurunun ıslattığı pembe taşlı yoldan, mandalina ağaçlarının arasından kumsala inseydik beraber.

Yağmurda denize girseydik, alnına inen buklenin tatlı suyla yıkanışını izleseydim kucağında

Gece, renkli ampullerin asıldığı kumsal partisinde dans etseydik, sarhoş olup kumlara yatsaydık arka üstü. Sen beni koluna yatırsaydın,kayan bir yıldız yakalasaydı gözlerimiz, ikimiz de aynı dileği tutsaydık içimizden

Sen beni her şeyden korusaydın, ben sana en sevdiğin salataları yaparken heyecanlansaydım.

Sahi, sen ne yapsam beğenmedin değil mi?
Olsun! Ben senin çalışkanlığını, zekânı, sevişirken beni kollarında tutuşunu sevdim.

Bir kadın sana geldiğinde güvenmek için geliyor hatırla olur mu?
Daha kim bilir kaç kadın girecek hayatına? Egonun onlarla barışmasına izin vermesini diliyorum.
İnan hiçbir aşk baştan sona yalan değildir. İçinde mutlaka biraz peri tozu vardır.

Sanırım yazacak başka bir şey kalmadı. Ha, unutmadan söylemem gerek, bana hediye getirdiğin o kolyeyi o kadar çok sevmiştim o kadar güzeldi ki hayatımda aldığım en muhteşem armağanı, ayrıldığımızda çekmecende bıraktığım için bana kızdın.

Niye götürdün  demenden çok korktuğum için bıraktım. Ne zaman ne yapacağını hiç kestiremediğimden. Umarım layık olduğu bir bedende ışıldar ama bil ki en sevinçli ben taşırdım onu boynumda.

Mısır’da ölüleri eşyalarıyla gömerlermiş ya. İsterdim ki beni de o kolyeyle beraber uykuya bıraksınlar.

İşte böyle sevdiğim,
İşte böyle Ali’m,
İşte böyle ömrümün tek kıymetli aşkı,
İşte böyle, “Seninle sevgili olamadık ama dost olarak görüşmeyi isterim” diyen sevgilim.

Eski sevgililer dost olamaz. Önceden dost olmalılar ki sevgili olabilsinler.

Senden ayrıldıktan sonraki aylarca, bir yatağa kayışla bağlanıp, krizi geçene kadar bakım odasında debelenen eroinmanlar gibi terler içinde kaldığımı, ağladığımı ve senin için dua ettiğimi yazmama gerek yok artık. Ayrıyız. Hem de ebediyen.
Hoş, bilsen ne yazar. Her şey zamanında değerli

Vakit geçtikten sonra söyleyeceğimiz, sadece “keşke “lafından ibarettir ve bu kelimenin içeriği bomboştur. Hayıflandığın için geri gelen tek bir şey yok hayatta.
Zarfta, seninle tanıştığımızdan beri yazdığımız her şey dosya halinde var.

Kâğıtların üzerinde kırmızı kalemle yazılmış olan serzenişlerime kulak asma. Geçti gitti. Sadece bil diye yolluyorum. Her satırınla, her dil yaranla bir zamanlar neler başarmışsın hatırla diye.

O kadar konuştum ki kendi kendimle o sıralar…Senin yazıp yollamadığın e-postalar kadar, sana yazıp yollamadığım kırmızı satırlar var.
Birbirimizden çok şey öğrendik öyle değil mi?

Bak senin adın A harfiyle başlıyor benimki Z ile. Başı da sonu da belliymiş zaten.

Ali’m, hayat, şen kayaların üzerinde dolanırken ara sıra yüzüne sert dalgaları çarpan bir deniz kıyısı.
Vurdu mu nefesin kesiliyor, tuzdan gözlerin yanıyor, buz kesiyor vücudun kendine geliyorsun. Yıkanıp, kurulanıp yine o yerde durma inadını bırakma sakın.

Ben pes ettim! Hepimizin bir “hicret”i var sonunda
Seni çok, ama çok sevdim. Dilerdim değseydin.

Zeynep.

kitaplar toptan

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Yazılar
Afalina Bozkurtlar Buart