Yaşam enerjimizin kan emici süngeri “büyük şehirler” artık bir canavara dönüşmüş ve önüne geleni yutuyor adeta! doğanın kendini öldürüp üzerine beton dikiyor, sonra o betonların balkonlarına yeşillikler dikiyoruz! ne kadar akıllıca bir seçim!
hayatın doğal akışını bozmaya yemin etmişiz hepimiz adeta!
bilirsiniz, hiç sevilmeyen sesleri vardır saatlerin. çaldığında doğaya inat bir uyanışı dürttükleri için…çalan bir saat kalk, giyin, koş, yetiş demek için uykunun kollarından çekip çıkarır insanı. yaşamın doğal akışına inat, şehrin zorunlu işlerine koşman için, içinden gelenleri ertelemen, hayallerini durdurman, boynuna medeniyetin ağır tasmasını geçirip hüzünlenmen için bağırır. hücrelerinde kayıtlı olan milyon yıllık emir sana koşup kırlarda av bulmanı, karnını doyurmanı, sevişmeni, gülümsemeni sırt üstü çimene yatıp bulutları seyretmeni fısıldar.
çalar saat ise güzel giyinmeni, ofise gitmeni, elektrikli türlü iletişim aletiyle gününü geçirip, enerjini tüketmeye yakın, evine dönüp, yorgun divana yığılacağın günün başladığını….hepsi para için.
çünkü para ile itibar satın alabilirsin. parayla seni perişan eden yorgun günün izlerini hafifletmek için eğlenceli şeyler satın alabilirsin. parayla -aslında avlanarak bulabileceklerini- zahmetsiz hazır hatta paketlenmiş edinebilirsin. parayla yorgun bedenini ve ruhunu şımartmak için kokulu duş sabunları, terk eden sevgililer ve hayallerin için sinema paketleri, masaj seansları, ışıltılı giysiler, seyahat biletleri satın alabilirsin.
ertesi sabah çalar saat çaldığında yine yataktan fırlayıp seni tüketen beton şehre dönersin. senin hayatını hiç mi hiç alakadar etmeyen starların kavgaları, sürüye ait olmak için yeni icat edilen moda kıyafetleri yazar haberler!
havanda su döversin okuduklarınla.
aklın sıkışır kalır bir ülkedeki savaşa, açlıkla boğuşanlara, elleri boşlukta yardım bekleyenlere, 500 bin çocuk askerin olduğu dünyanın adaletine. gazetelerden ekrandan, internetten, aklının alamadığı hainlikleri, acımasızlıkları, vahşetleri, ölümleri ve terk edişleri okur, izler, tekrar tenekeden insan olmanın ağırlığını yüklenip evine dönersin.
yıl dönümleri, yaş günleri, anma törenleri geçer hayatından. her seferinde ertesi seneye ertelediğin şehirden uzak, yeşil bir hayata yeminini tekrarlarsın. şehir seni tutar, bırakmaz.
yalancı çıkarsın!
içinde minik bir kuş çırpınır, sen yalan söyledikçe küçülür, tüylerini döker, kanatları kırılır.
“çocuklar büyüdüğünde” , “yeni bir terfi” aldığımda, “yeteri kadar param olduğunda”,”gerçek aşkı bulduğumda” diyerek ötelediğin ne varsa, bir yıldönümünde, birden malum oluverir: sürenin çoğu geçmiştir!
ve sen ellerinde hüzün, ne için koştuğunu bilemediğin bir ömür, kırgınlıklar, nedenini bilmediğin düşmanlıklar, derin bir hasret ve pişmanlıkla “şeridi başa saramayacağını” anlayıverirsin.
birbirini tüketen âdemoğullarıyız biz. neden incittiğimizi bilmeden yol alırken, vicdanın elini bırakıp hırsın elini tuttuğumuzun farkında bile değiliz. özlediğimiz bir yaşama kavuşmak için, para kazanmak uğruna hayatlarımızı heba ediyor, sonra harcadığımız ömre hayıflanıyoruz. kimbilir belki içimizde söylenen kuşa kulak verme zamanıdır şimdi.
birbirimize öfke bulaştırmayı bırakana dek,
birbirimizin etinden beslenmekten zehirlenene dek,
ötekine acı vermekten utanana dek,
çalar saatlerle uyanmaya devam edeceğiz…
oysa çanlar çalıyor gece gündüz içimizde.
uyanamıyoruz.
incitiyor, utanmıyoruz.
sonra suç istanbul’un oluyor!
ayşenur yazıcı /andreaand 24.01.2011