30 yıl önce kaçtık! Ne güzeldi. Küçücüktük, hem dünyamız küçüktü hem isteklerimiz, hem evlerimiz.
Yaşam mahalle sınırı içinde var olurdu. Ötesinde ne var, nerede yağmur yağıyor nerede güneş açmış umurumuzda değildi. Kim hamile kim doğuracak bilirdi herkes. kimin oğlu evlilik çağına geldi, kimin teyzesi verem, kim bulgur pişirdi, kimin bahçesinde elma ağacı erken çiçek açtı, kimin kilerinde unu bitti tüm mahalle bilirdi. tanış idik hepimiz. Bilirdik de ne olurdu? Sadece kendimiz için değil yaşam ortaklarımız için de düşünürdük.
Şimdi dev kibrit kutularını andıran apartmanlarda alt komşu hastalanıp ölmüşse, ancak ceset kokusu dışarı sızdığında haberimiz oluyor. oysa içinde “mahalle” kelimesinin geçtiği her cümlenin yakınlarında bir yerde mutlaka “komşu” sözcüğü de bulunurdu. mahalle çocukları, mahallenin kabadayısı, mahallenin kızı, mahalle maçı, mahalle kahvehanesi, mahalle kavgası, mahalle kadınları, mahalle çeşmesi, mahalle köpeği, mahalle hamamı… Kan bağı olmasa da akrabalığı olan insanlar kulübü.
Mahalle, şehir ve kasabaların bölündüğü parçalardan her biri olarak tanımlanıyor. tanımın içinde insanı insan yapan duygudan bahsedilmeden… oysa sosyal olarak birbirimizi anlayabilmenin ilk basamağıdır mahalle. bu yakın komşuluk ilişkilerinin kurulabildiği en küçük sosyal yapı, birbirini diğerinin yerine koyabilmeyi öğretir insanlara.
Sosyologlar, sınırları belli bir bölgede (mahallede) yaşayan insanların “mahalle baskısı” oluşturabileceğini söylüyorlar. ortak ses çıkarabilmek, ortak paydaları kestirebilmek için mahalle kurallar dizisi çıkarır, orta yolu bulabilme dersini de öğretirdi bizlere. biri diğerine küserse, diğerleri barıştırmak için vesile bulmaya yola çıkardı… bir su borusu patlayıp tek bir evi su altına alsa bile tüm mahalleli ortak ses çıkarmayı bilirdi. “bizim sokağımızda bir şeyleri düzeltin” diye evi kuru olanlar da sorumlulara söylenmeyi iş ediniyordu. örnekleri çoğaltıp sayfayı heba etmek istemiyorum. bunun adı “bir” olmaktır… parça parça yaşanamayacağını, farklı menfaatlerle “bir” olunamayacağını anlamak için illaki kendi canının yanmasını beklememek demektir.
Şehirlerdeki bencil yaşamı, mahalledeki duygu paylaşımının yok edilmesi tetikledi. uygar ve akıllı binalar oluşturulurken yalnız insanlar orduları da oluştu. kocaman, çok katlı sessiz mezarlar gibi binalarda yaşayan, paylaştığı her şey iş-ev arasındaki hayattan ibaret olan insanlar yalnızlıklarından kurtulmak için sitelere hücum etmeye başladılar! farkında mısınız şimdi yeniden mahalleler kuruluyor. Herkesin gücüne göre belli yükümlülüklerle girip toplanacağı yeni mahalleler. şehirleri siteler bastı. etrafı duvarla çerçevelenmiş, yeşil alanı, spor salonu, pastanesi, parkı, bankları, marketi, terzisi ile uygar mahalleler. Kapımızı açtığımızda dört komşu kapısıyla merhabalaştığımız katlarımız, selamlaşma avlularımız, mahalle çeşmemiz şekil değiştirerek hayatımıza geldi. İnsanoğluyuz işte! denemeden, incinmeden, kaybetmeden yaşamda ders alınabilinen bir konu biliyor musunuz? Önemli olan “bir olmanın” etrafında gülümseyebilmeyi yeniden bulabilmemiz. Çünkü ne kaybettiysek şu güne kadar, hep “bir” olmayı bozarak kaybettik.
ayşenur yazıcı / a. and (2009)