Bu romanı, “Benim Kocam Yapmaz” adlı komik olayları kaleme aldığım romanımı tamamen yarıda bırakarak, duyduğum bir haber üzerine yazmaya başladım.
Karısının kafasını çocuğunun gözü önünde kesip, pencereden atan adamın haberini okuduğumda; ben bunu yazacağım dedim. Yayına giren kitapların tanıtımında içeriği anlatan bir arka kapak yazısı verilir ve tüm kitap satıcıları roman hakkında bunu yazar. Yani her ÇİT romanı satışı gördüğünüz yerde aşağıdaki metni okuyacaksınız. Oysa ben avaz avaz 4 yıl boyunca üzerinde ömrümü heder ettiğim, kavrulduğum ve boyun borcu saydığım bu hikayeyi romanlaştırmak için google harita üzerinden o cinayet evinde, mahallesinde yaşadım. Tahmin etmeye çalıştım. Yöreyi, adetleri, insanları okudum.
Bu cinayet haberinden sonra konu komşunun giden gazetecilere verdikleri röportajları dinledim. Ruh halim yerlerde süründü. Ama Zeynep’e borcumu ödedim. Kadın cinayetlerinin ardından car car bağırıp twitter’de iki tane yazı atmak ile sorunu anlamamız çözmemiz hiç mümkün değil. Unutulacak! Her kadın gibi bu da unutulacak! Bakın: Bu sayaca tıklayın yıllara göre kaç bin kadının üst üste ÖLÜ adlarının sıralandığı sayfaya bakın! Hukuk, adalet, tıp, yöresel adetler, ataerkil ego filan, hepsini bir kenara bırakın. Kadınneden heder oluyor bunu anlatabilmek için öyküyü romanlaştırdım. Katil nerede bilmiyorum? Salındı mı bilmiyorum. Çocuklar ne oldu bilmiyorum? Hepsi ruhumun sızladığı sokaklarda hissettiklerimle şekillendi. Tahmin ettim yani! Uydurdum deyin hadi… Ama gerçek değişmiyor. Zeynep, yıllarca bir deliyle evli kaldı ona çocuklar doğurdu ve o hasta insan kafasını kesip pencereden atana kadar herkes HERŞEYİ biliyordu. Hiç bir şey yapılmadı.
Kitabımı okuyun! Okuyun okuyun… Zeynep için satın almak için tık
“Şiddet hem uygulayanı, hem maruz kalanı, hem de üzerinde çalışanı mahvediyor.” diyor gazeteci Leyla Pervizat. Doğru! Mahvoldum.
Bu gerçek olayı romanlaştırabilmek için yıllarca kendi etimle beslendiğim doğrudur! Çok ağladığım, çıkar yolu bulmak için çok debelendiğim doğrudur. Bu namus nasıl bir şeymiş ki biri çaldığında suçlu sahibi oluyor! Hırsız değil.
Roman kahramanlarının ruhuna girmeden doğru cümleleri bulmak imkânsız. Yazarın tecavüze uğraması gerekir, üşümesi, yaralanması, morga kaldırılması, kaçması, karanlıkta kalması veya katiliyle evlenmesi. Hem katil kocanın hem maktulün gözünden adalete, geleneklere, hayata bakmak her şeyi allak bullak ediyor. Bazen bir bakıyorsun adli tıbbın bulamadığı ölüm sebebi aslında adaletsizliğin kendisi!
Eğer hikâye bittiğinde sizin de kalbiniz sızlıyorsa, içinizden bir ses akıl hastalıklarının cezalandırılması konusunda uluslararası hukuk kurallarının bile artık değişmesi gerektiğini bağırıyorsa Esra ve Zeynep’in derisine girebilmişim demektir.
Annenin kaderini kızları temize çeker mi? Sorusunun cevabını bulmanızı diliyorum. Çünkü kimsesizlik insan için felakettir! Terk edilen ve kıymeti bilinmeyen her şeye mutlaka bir leş kargası üşüşür. Toplumun leş kargasına dönüşmesi bir felaket olur.
Hikâye, yokluğun olağan kılındığı yerlerde, doğuştan hiçbir şeyi olmayanların, elindekine razı ve umut dolu olmasını kınamıyor. Hepimizin üzerinden atlaması gereken kendi çitini fark etmesi için yazıldı…