Benim babam bir asker…E ne var ki bunda benimki de esnaf, işçi yahut bankacı diyebilir okuyan. fark ne ki? Fark, subay çocuklarının hayata karşı bağışıklık sisteminin, çocukken devleşmesinde… Niye?
Anlatayım:
Sizin bir doğduğunuz memleket vardır. Orada çocukluğunuz geçer, arkadaşlarınız olur beraber büyür bir sürü anı biriktirirsiniz. Babanız asker değilse, büyük ihtimal, orada büyür, evlenir çocukluk arkadaşlarınızı askere uğurlar, karşılar düğünlerine gidersiniz
Tezgâhından bebek iken karanfilli akide şekeri aldığınız “aynı bakkaldan” 15 yıl sonra da bir şişe şarap alıp kaldırıma çömüp dostunuzla dertleşebilirsiniz. Onlar sizin, siz onların geçmişini bilirsiniz. Ortak okunan bir kitap gibi… Babanız askerse bir şehirde kök salmanız imkânsızdır. Memleket nere? sorusuna şehir ismi söylemez, “her yer” dersiniz. Ülkenin tamamı memleketinizdir.
Üç yaşınızdayken gördüğünüz ilk çağla ağacını o şehirde bırakır, ilkokulun her sınıfını farklı kasabalarda okuyabilirsiniz! Sınıftakiler her seferinde sürüye sonradan katıldığınız için sizi “el” kabul ederler ve siz sürekli şirinlik yaparak “el” değil, sadece sonradan gelen çocuk olduğunuzu göstermeye çalışırsınız. Çocuk kalbiniz acıyarak her şehirde arkadaşlarınızı bırakır, bükük boynunuzla başka bir kasabaya mülteci olmaya yola çıkarsınız. Albüm fotoğraflarınız değişik ailelerin çalınmış resimlerinden oluşmuş kadar gariptir.
Gençliğinizin her parçası lokma lokma serpiştirilir memleketin şehirlerine.
Bu, sizi dostluk kurmaya aç ve gönüllü bir karaktere yoğurur. Hoşgörünüz ruhunuzdan dal budak çıkarır, gidilen yerlere bukalemun gibi uyarsınız, çok sosyal ve girişken olursunuz.
Ama geride bırakılan her yerde bir anı gömersiniz ve hüzne alışırsınız. Hüzün güzeldir. acılanmadan hüznü bilebilmek takılan farklı bir gözlüktür. Herkesin aceleci adımlarla yanından geçip gittiği bir sarı çınar yaprağını çamurların içerisinde size hüzün fark ettirir. Bunu öğrenmiş olanlar şarkıları, şiirleri, kitapları ve bilhassa âdemoğlunu daha yeşillenerek okurlar!
– Nerelisin sen evladım?
– Elazığ’da kundaklanıp, Lüleburgaz’da çocukluğumu sevip, Ankara’da gençliğimi bırakıp, ekmek paramı burada kazanan İzmirli Ayşenur’um.
Etrafı çoğu zaman dikenli tellerle çevrili, senede 20 gün denizi gördüğünüz, dışarıdan bakanların “oh ne ala tatil” dediği askeri kamplarınız vardır.
Kumsala inme ve denizden çıkma saatlerinin “keskin” olduğu kamplar!
Kamp komutanı anons yapar:
– “Dubaları geçmek yasaktır! saldan atlayanlar size söylüyorum!”
çocuk, asker fark etmez. Kural herkes için kuraldır.
Alüminyum çok gözlü tepsileri alıp sıraya girdiğin öğlen yemeği servisi 12 de başlar, 14 de biter. Yetişemedinse kantinde tost var.
Pazarları belli saatte erler gelir deniz banyosu için. Tek sıra sahile iner, uygun adım yüzer çıkarlar.
Biz adını bile bilmediğimiz bu ağabeylere, çok eski akrabalarımız serinliyor, mutlular diye bakar gülümseriz. Ailemizin bir çocuğudur onlar.
Bunun için bir şehit haberi olduğunda en çok bizim gözümüz kurur. Herkesten çok beraber olduğumuz, hayatımızı birlikte geçirdiğimiz bir yakınımız gitmiştir çünkü.
Vicdanımız hırslarımızdan büyüktür bizim.
Belki bu yüzden herkesi “mahallelim” diye, “meslektaşım” diye, “arkadaşım” diye koşulsuz sahiplendikçe bencil yaşayanlar tarafından incitiliriz.
Geceleri gazinoda çay, sahilde ay çekirdeği sohbetleri, cumartesileri ayda bir kez caz…
Sonra mecburen uyuyacağız.
Saat 24 herkes çadırına, moteline gitmeli, ses çıkarmak yasak. Başkalarına saygıyı “zoruna gitmeden” öğrenir asker çocukları.
Kuralların “az yasak” “çok yasak” diye ayrılmayacağını… Disiplinin kalıbını çocuk iken çıkarır ve bir gün iş sahibi olduklarında geç kalmazlar, geciktirmezler, zorlanmazlar.
Benim babam asker…
Küçücükten yoğu azı, ayrılmayı bir olmayı, büyüğü, vicdanı, ağlaya güle öğrenmiş çocuklarız biz.
Varlıklarıyla ve yokluklarıyla, gururu, övüncü, disiplini, inancı, “insan olmanın güzelliği çocukken aşılanmış” çocuklarız biz.
Kim bilir belki bu yüzden her yerde eğilmememiz, sesli gülmememiz. Eksile çoğala gönül gözü terbiye almıştır bir kere, temiz ve kirliyi biliriz.
Ayşenur Yazıcı (2012)
Ayşenur Hanım, ne güzel yazmışsınız. Çok duygulandım. Elinize sağlık. Sevgilerimle…