2008’de Arzu Çağlan ve ben yiyip içip malak gibi güneş altına yatmayı “tatil” sananlardan farklı, kültür keşifli tatil yapmaya ve Fas’a gitmeye karar verdik. Mükemmel bir seyahat uzmanı olan arkadaş insanın en büyük şansı. Ben çok rahatlıkla söyleyebilirim ki kaldığımız “Les Jardins De La Koutoubia” adlı otel, hayatımda gördüğüm en orijinal en kültürel, en neşeli, enerjisi yüksek, misafirlere her şeyi sunan bir otel olduğunu söyleyebilirim. Otel içindeki özel Türk hamamı ve orada “hanım turistler” için çalışan kadın personelden tutun, temizliğine, nezaketine , yemeklerine kadar her şey mükemmeldi.
Hop on Hop off diye bir sistem var. Marakeş’te bu otobüsleri kullanarak bir gün boyunca istediğimiz yerden turistik otobüse binip istediğimiz yerde inip tekrar ücretsiz binerek çok uygun fiyata şehri gezdik . YSL’nın mezarından, İslam müzesine, Yves Saint Laurent’ın ölümünden sonra restorana çevrilen bahçeli evinden, Fas’ın krallarının mezarlarına ve tarihi 1147yılında yapılmış şahane Kutubiyya camiine kadar her yeri rahatça gezdik.
Souk dedikleri şey, açık hava sokak marketleri gibi bir şey. Bizim mısır çarşısını andıran dar sokaklarda küçük esnaf yemekten tutun da bakır dökme küvete kadar, kumaş, takı, biblo gibi bir sürü şey sattığı sokakların adı. Ara sokaklardan çektiğim bu resim sanki tarih öncesine aitmiş gibi görünmüyor mu?
Özellikle milli içkileri olan bol şekerli sıcak nane çayını servis ettikleri cam minik bardakların bin çeşidini yapmışlar. Bir bardakçının bu vitrinindeki rengârenk neşeyi unutmadım
Marakeş’in faniler meydanı, güneş batarken tezgahların kurulduğu enteresan bir alan. Taksim meydanıyla kıyasladığınızda rahatlıkla 3 misli genişlikle bir düz alan diyebilirim. Maymun oynatan adamdan, yılan oynatana, dev dana kafalarını tezgahta 10’u bir yerde sergileyip ballı kızartma satanına, herkes bir şeyler satmak veya yedirmek için alanda toplanıyor. Mahşer yeri gibiydi. Arzu , maymun oynatıcının maymunu onun omuzuna koymasına ve benim fotoğraf çekmeme izin verdi. Hemen para isteniyor. Foto çektin 5 euro! Neyse, anladık ki ne yılan oynatıcısının önünde durup seyretmeli, ne falcıların peşinde her dilden bağırmasına cevap vermeli… Ben kelle severim. Ancak hayatımda hiç 30 dana başının önümde sergilendiği bir meydan taburesinde yemedim. Biraz iştahım kaçtı nedense.
İki gece Faniler meydanında geceyi geçirdik. Kadın ve yabancı olunca evet, samimiyet adına azıcık da sırnaşıyorlar. Sorun değil. Sonra Yves Saint Laurent’ın evindeki bahçede rezervasyon yaptırıp Fas yemeklerinden tıpkı bizdeki gibi meze tarzında minik tabaklarda hazırlanmış akşam yemeğine gittik. Daha sonraki günlerde İslam sanatları müzesini gezdik o, bedevilerin muhteşem dokumalarından tutun, kadınların kendi yaptıkları neredeyse bir çay tabağı büyüklüğündeki gümüş çöl takılarına kadar kuzey Afrika’nın kültürüne ait birçok tarihi objeye göz değdirdik
Burası YSL’na yapılmış şükran anıtı. Sonuçta o meşhur lacivert/yeşil/ ve sarı/fuşya kombinlerini Fas’ta yaşarken çıkartan bir modacı. Sayesinde Fransızlar, Fas’a sömürge olarak değil, kültürel açıdan da bakabildiler.
Kralların mezarlarını gezerken hiç fotoğraf çekmemişim. Bildiğiniz bizim Karacaahmet’ten farklı değil mezarları. Saray dedikleri yerler de en fazla bizim Hidiv Kasrına benziyor. Şaşa yok. Basit ama geniş avluları var ve lacivert/yeşil mozaikler … O kadar. Faniler meydanından bir sakallı amcadan mecburen (!) o kadar ısrar etti ki 2 tane kısmet açan (!) muska ve bir kalıp misk yağ sabunu aldım. Bu sabun bugün 2021 yılında, hala giysi dolabımın içinde misler gibi kokmaya devam ediyor. Kendime bir de başıma doladığım bir uzun şal aldım. Fas’a alışverişe değil, insan ve kültür tanımaya gittim. Cemile, faniler meydanında turistlere kına bazlı dövme yaparak 3 çocuğuna para götürmek için çalışan dünya tatlısı bir genç kadın. İlla “gel geçici dövme yapayım sadece 10 euro” dedi. Pour mes enfants dedi. Yani çocuklarım için. Olur dedim. Aslında amacım onunla hayat ve kültür hakkında sohbet idi. Gazeteci olduğumu söylemedim. Türk olduğumu söyledim. Gözleri parladı. “Ben şanslıyım benim kocam Cezayirli” dedi! Neden dedim?
Faslı kocalar çok dövüyor hakaret ediyormuş. “Benim kocam çok iyi bir insan” dedi. Sonra bıraktık dövmeyi filan sohbet ettik. Ayağıma yaptırma sebebim dövmenin görünmemesi içindi. Seyahat dönüşü programa başlayacaktım ve kolumda elimde yarısı çıkmış bir dövme iyi olmayacaktı. O sebeple kabul ettim. Bir diğer kabul etme sebebim 28 Yaşında 3 çocuklu Cemile’ye bir hayrımın olmasıydı. Daha önce sitemde, Cemile ile ilgili resmimizin altına o kadar ahlaksız o kadar vicdansız yorumlar bırakıldı ki, bazılarına ağladım. Bu kadar kötü mü bu insanların yürekleri diye. Ben başı kapalı birine ayağımı uzatıp resmimi yayınlıyormuşum! Allah belanızı versin bu düşünceleri nasıl üretebiliyorsunuz? Nasıl ah alıyorsunuz siz. Ben başı kapalı olsam, Cemile başı açık olsa hiç bir ard düşüncem olmadan Cemile’nin ayağına o dövmeyi yaparım paramı alırım. Bunda gocunacak bir şey yok ki? Biz kadınlar siz pis yürekli insanların kalbini anlamak istemeyiz.
Güzel Cemile’m, aradan 13 koca yıl geçmiş. Şimdi 41 yaşındasın. Kimbilir kaç çocuğun var. Dilerim hayat senin ve eşin için çok daha refahtır. Fas maceramız böyle bitti. Ama Cemile’yı hiç ama hiç unutmadım.
Gezdiğimiz saraylardan birinin kapısında oturmuş karakalem resim yapan İngiliz bir gençle karşılaştım. Engelli bir mimar. Seyahatteydi. Ve Akdeniz kültürünün keyfini çıkarıyordu.
Gezerken sokaklarda birçok kafenin tentesinin üzerinde portakal çiçeği kokulu suyu buhar halinde verdiklerini gördüm. Fas portakal çiçeği kokuyor. Her yer. Bu müze bahçesinde dinlenmek, bir bardak meyve suyu içmek için oturduğumuz masada üzerimize buhar halinde portakal çiçeği suyu püskürüyordu.
Ne kadar güzel anlatmışsınız, her zaman gitmek istediğimi söylememe rağmen, hâlâ gidememekteyim yaaa