Yayınevi: Postiga (2014)
Kitap ilk basımında “Son 13 Gün” adıyla, sonraki basımlarında “Aşkın Son On Üç Günü” adıyla raflarda yerini almıştır
Prof. Dr. Bengi Semerci’den ÖNSÖZ
Sevginin romanını yazmak zor. Hastalıklı sevginin romanını yazmak daha da zordur. Ama asıl zor olan sevgiye en çok ihtiyaç duyduğunuz anda, bulduğunuzu sandığınız sevginin hasta olduğunu anlayıp, ondan vazgeçebilmektir. Sevgi her zaman fedakârlık değildir. Eğer hastalıklı bir ilişkiye sürdürmeye çalışıyorsak hem kendimize, hem karşımızdakine zarar veririz. Hasta insanların sevme ve sevilme hakları yok mudur? Tabiî ki vardır. Bu haklarını tedavilerini sürdürürken ve karşılarındakine hastalıklarını, hastalıklarının getireceği sorunları anlatarak kullanmalıdır.
Hastalığının adı olan bir erkekle, sorunlarına, ihtiyaçlarına isim konulmamış bir kadının öyküsünü yazmış Ayşenur Yazıcı… Yazar adı konulan hastalığı bir doktor inceliğiyle işlemiş, anlamaya ve tarafsız olmaya çalışmış. Sevgiye ve sevginin sonuçlarına onun gözüyle bakmış. Ama en önemlisi, okurken hem aşkın büyüsüne kapılıp, hem dünyada ve gerçeklerle kalmanızı sağlamış.
Yaşamda her seçimimizin bir bedeli vardır. Bu bedel seçim doğru da yanlışta olsa ödenir. Bazen doğru seçimlerin bedeli ağır gelir, pişman oluruz. Oysa yanlış seçim yaptığımızda ödeyeceğimiz bedelin yaşamımız olabileceğini fark edemeyiz. Bu satırları okuyorsanız sizler de bir seçim yapmışsınız demektir. Bu romanı seçmekle farklı ve akılcı bir aşk hikâyesini okumaya başladınız. Ödeyeceğiniz bedel, her zaman seçeneğiniz olduğudur. Bu yolu Ayşenur Yazıcı açmış, size çoğaltmak ve düşünmek kalıyor.
Prof. Dr. Bengi Semerci
Psikiatrist
Not: Bu romanı Psikiyatrist Prf. Dr Bengi Semerci’nin, hikâyenin yazımı sırasında sürekli denetlemesi ve yazarı yönlendirmesiyle, hatasız ve tipik bir paranoid şizofren öyküsü olmasını sağlamıştır.
* * *
Ercan: Dev bir holdingin sahibi korkunç zeki ve akıl hastası. Güçlü, yakışıklı, tekne tutkunu ve paranoid şizofren ve âşık.
İnci: Yönetici, güzel, elit, yalnız bir kadın. Erzincan depreminde tüm ailesini kaybetmiş, yalnız ama güçlü ve âşık.
Hikâye şöyle başlar:
Bir adam, hizmetçinin odasına varan koridorda her yere işeyerek ilerlerken duvarlar alev alır. Duvar kağıtlarının içinden minik, kadın görünümündeki toynaklı yaratıklar gülerek onunla alay eder ve alevlerden kaçarlar..
Adam, hizmetçiye karanlık odada işkence ederek tecavüz eder.
Sabah doktoru çağırır, kadının yırtık yerlerini dikmesi, tedavi etmesi ve kimseye her zamanki gibi bir şey söylememesi gerektiğini tembih ederek, bol para bırakıp evden çıkar.
Bir uçakta tesadüfen yan yana seyahat ederlerken uçağın düşmeye başlamasıyla yalnız ölmemek güdüsü ile elleri kenetlenir. Uçak kurtulur, düşmez ve ikisi de yollarında sürekli birbirlerini düşünerek devam ederler.
İnci’nin en yakın arkadaşı Melis psikologdur, iş adamı Erdoğan ile evlidir ve İnci’yi ona çok uygun biriyle davetlerinde tanıştırmak için zorla getirirler. Adam Ercan’dır!
Aralarında kuvvetli bir aşk başlar. İkisi de sürekli seyahat etmelerini gerektiren meslekleri dolayısıyla kısa zaman sonra aynı evde yaşamaya karar verirler..
İki çiftin tekneyle çıktıkları tatilde Ercan’ın bazı garip davranışları İnci’yi ürkütür. Ama sevgisi ona asla bir hastalığı yakıştırmaz. O sadece “biraz” asabidir.
Ailesi şizofren olduğunu bilir, zeki Ercan’ı yönlendiremez. Tıpkı 14 yaşında yaşadığı travmalarında doktora gitmeyi reddettiği gibi.
Ercan etrafına sürekli eziyet eden ve hastalıklı bir yaşamdadır ama herkes onu statüsünden dolayı hürmetle ve korkarak kabul eder.
İnci hariç. O bir deliye aşıktır artık!
Roman aklınızdan hayalinizden geçmeyecek bir sonla biter! Beğenmeyenler için ikinci bir son daha vardır. O da kitabın gizemi olsun…
“Aşk hastalıklıysa bitmesi gerekir”, sonucunu kara sevdalı insanlara anlatmanın en hazin yoludur bu öykü. Çünkü aramızda çok şizofren var.
Amazondan romanlara Almanca İngilizce ve Yunanca ulaşmak isteyenler için link: