Okumuş, üstü başı düzgün, taşı sıksa suyunu çıkaracak gibi dik, üç yaşından beri “aslan oğlum” la büyütülmüş kendinden emin. Toplumsal rol sosyal gerek ne emrettiyse harfiyen yerine getirmiş ama iç dünyasındaki muharebeyi beslendiği kültürün tetiklediğini görmeyiz.
Kendi ailesindeki kadınlardan gayrı tüm dişilere potansiyel tavlanacak üçüncü sayfa güzeli gözüyle baktığını, karşı cinsle iletişiminin özünde sadece “benim olsa” dürtüsü olduğunu açık etmez! Köşeye sıkışana kadar dik; azcık sıkıştırılınca içindeki canavar çıkıp kabalaşan, vahşileşen erkeklerden söz edeceğim. Tokalaştığınızda elinize kıymık batan gizli mağara adamları… Ama dışarıdan bakın ne kibar, ne sempatik ne kadar çekici…
Kadına karşı bu kabalık ve hüküm altında ezmek duygusu genellikle sosyal rollerdeki maddi veya cinsel yetersizlikle bağıntılı oluyor diyor uzmanı… Nasıl olmasın? Dedem 5 çocuğu tek öğretmen maaşıyla büyütebilmiş okutmuş. bugün tek çocuklu öğretmen bir çift, can çekişerek, iki üç işte çalışarak yaşayabiliyor. Bunların cinsel yaşamı mı kalır! “ailenin direği” sıfatlı er kişinin itibarı mı kalmış eş gözünde? Sahi taşın suyunu çıkartabiliyor mu er kişi bunca karmaşa içinde?
Kadın kısmının örnekleri eskiden kendi mahallesinden çıkardı. Ya feride abla gibi kaderini kabullenmez kötü kadın olur, ya Semiha teyze gibi kocasına itaat eder evinin kadını çocuklarının anası olurdu. Feride ve Semiha hikâyeleri dışında örnek masalı da yoktu…
Üstelik ne Feride’yle ne Seniha’yla birebir konuşup onlara vurulan iyi/kötü damgalarının neye mal olduğunu, hangisinin pişman hangisi huzurlu olduğunu bilemediler hiç!
Şimdi önlerinde yedi milyarlık örnekler boy boy… TV karşısında oturun, kim, nasıl, hangi hata ile ne kadar kayba uğramış, bedel olarak ne ödemiş. kadın olarak eksilmiş mi, kazanmış mı kaybetmiş mi bir bir programlarda haberlerde resmi geçitteler.
Yaşam milenyum yaldızlı hatalar seli şeklinde akıyor sanki ve önüne kimi alırsa sürüklüyor. Kadın kadın olmaktan vazgeçmiş, erkek erkekliğinden çok yorgun. E, haliyle beyefendi ve hanımefendiler zedelenen kabuklarını nereye soyacaklarını şaşırmış, kuvvette sürükleyen selin önünde, hangi rolün altında ne kadar “kendi” kalabileceğinin iç tartışmasını yaşıyorlar. Kadın ve erkek bir arada doğanın verdiği rollerini sürdüremiyorlar artık. Ayrılan ayrılana… Sanki karşılaşmayı umduğu bir diğeri aynı selin önünden koşanlardan değil.
Tüm bunları neden anlattım. kalbi kırık bir kadın, kalbi kırgın bir erkekle tanıştırılır. ikisinin de yüreğinde, uygarlığın sürüklediği yalnızlıkta birbirlerine eş olabilme umudu vardır. hükmü altına almaya çabalamadan, ortak kazanıp ortak çabalayarak, mutsuzlukta debelenmeden sevgiyle birbirini tamamlamak… adam kırklı yaşları geçmiş, arkadaşlıkları olmuş ama hiç evlenmemiştir. Kadın şaşırır “hiç mi bekâr hanım çıkmadı karşına” der. Karşıma çok bekâr çıktı ama hiçbiri “hanım” değildi diye yanıtlar adam. Kadın karşılaştığı erkekleri düşünür, buruk gülümser. Hepimizi sürükleyen selin içinden karşısına çok “bey” çıkmıştır ama hiçbiri “efendi” değildir…
Beyefendilerin ve hanımefendilerin “efendilik” lerini kurban ettikleri uygarlık taşında kan kurumuyor.