Sakın Ha Muazzez

Şşiişt!! Seni duydum ben Muazzez! Canına kıymayı düşünüyorsun.

Bir yandan, dışarıdan kendine bakıp bunu hak etmediğini düşünüyor ve “çaresiz Muazzez”e ağlıyorsun; bir yandan da ölüp gittiğinde her şeyin temizleneceğini sanıyorsun! 
Savaş meydanında “sevginden mahrum bırakacaklarından” “yok olarak” öç alacağını düşünüyorsun…
Yanlış düşünüyorsun…
Oysa sen gittikten sonra diğerlerinin hissedecekleri hiç de düşündüğün gibi değil! 

Ölülerin ardından bıraktıkları “anı tortuları”, yaşamaya devam edenlerin hayatında “zaman” denilen su ile yıkanıp silinip gidiyor. Tıpkı dalganın vurduğu yerde kum üzerinde kalan ayak izin gibi. Oradaydın, geçtin, izin vardı…
Sen ayağını çekene kadar… 

Bunu bilmek sana üzüntü vermemeli.
Çünkü bu sadece sana ait bir durum değil. Hepimiz öyleyiz.
Gelişimizin, yaşadıklarımızın, meydana getirdiklerimizin, sebep olduklarımızın, biriktirdiklerimizin ve geride bıraktıklarımızın bir sebebi var…
Görevin var, derslerin var, kahkahaların ve gözyaşların var. Biri olmadan diğeri doğamıyor. 

Bunun için bazen acı çekiyor, bazen durgun su gibi yaşıyor, bazen ancak bir ağaç kovuğunda sıkışmışken gökyüzünün ne kadar muhteşem olduğunu fark ediyoruz. 
Seni ben anlıyorum Muazzez. An-lı-yo-rum…

Bunun için sana söyleyecek sözüm var.
Bunun için yazıyorum sana.
Sana dışarıdan bakarken benim gördüklerimle, senin kendine içinden bakarken yargıladıkların çok farklı.
Bana müsade et kırgınlıklarının seni eritmesine izin vermeyelim. 

Tam aksine, “incindiklerin sayesinde” kendini onaracağın ilaçları kutusundan bir bir çıkaralım…
Dışındaki küslük kabuğunu kaldır ki sana içindeki muhteşem ışığı gösterebileyim. 

Olur mu?
Lütfen! 

İçinde öylesine “yüksek sesle bağıran bir Muazzez” var ki ulaşamıyorum sana, duyuramıyorum sesimi. Esmeyi bırak ki dumanını görebileyim… 
Sus! Ne olur sus ve bırak senin ne kadar güzel olduğunu sana anlatabileyim. 
Her şey zıddı ile var olur biliyorsun değil mi? 
Yani sen bu kadar çaresiz kalmasaydın çare de olmayacaktı…

Bu kadar hüzünle boğuşmasaydın açmak için güneşli bir kapı orada bulunmayacaktı…
Sen kainatta var olan ebedi “ışığın” dünyadaki taşıyıcısısın.
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

İçindeki Muazzez diyor ki: “Ben bunu hak etmedim. Çünkü iyiler her zaman kazanır diye inandım.Oysa iyiler hep acı çekiyor, kötüler istediklerini elde ediyorlar. Adalet nerede?” 

İyiler her zaman kazanır Muazzez. İnan öyle.
Sen de iyi kalmayı becerebildiğin sürece kazanacaksındır mutlaka.
Sadece kazanç olarak gördüğün “her ne ise” onun gelmesini beklerken, kendini “kötülerin kurallarıyla” yargılamayı bırak o kadar!
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

Ben daha zengin olmayı hak ediyorum, çalışmaktan bitap düştüm ama param yok diyorsun! Zenginliği “para” ile ölçmeyi bıraktığın gün kazandığın gün olacaktır bil!
Kötüler her şeyi para ile tartar…
Kimbilir ne zenginliklerin var, o gün hepsini görüp gülümseyeceksin.
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

(Terazisi tezekten olanın dirhemi de b.ktan olur derler. Hangi teraziyi ile tartılmak istiyorsun sen Muazzez?) 

Ben daha çok sevilmeyi hak ediyorum ama sevdiklerim beni bırakıyor diyorsun. 
Sevilmeyi “tutku” ile ölçmeyi bıraktığın gün sevildiğini göreceksin.
Tutkunun içinde egonun açlığı ve hırs vardır, sevgininse fedakarlık. 

“Fedakarlık” kelimesinin anlamını araştır Muazzez. Sevdiğine “gönüllü” ve “şikayet etmeden” sunulanın ta kendisidir fedakarlık…
Ve inan, bumerang gibi dönen bir ışıktır sevgi. 

Ne kadar sevgi verirsen o kadar sevgi yağar sana.
Farkına bile varmazsın. Ama “ben senin için saçımı süpürge ettim” der de, yaptığın işin karşılığını beklersen onun adı fedakarlık değil “beklenti”dir.
Karşılıksız, beklentisiz sevmek ve vermektir ışıklı olan. Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

Ben o kadar hoşgörüyle davranıyorum ama insanlar acımasızca yargılayıp beni hep kırıyor diyorsun. 
Onların seni kırmasını bu kadar önemsiyorsan, “hoşgörüyle” bakmayı bilip bilmediğini bir kez daha kendine sorman gerekmiyor mu Muazzez? 
Hoşgörü denilen anlayış tarzı, karşındakine hatasını zaman içinde düşünme fırsatı veren bir olgunluktur. Kırsın geçsin bırak.
Onun da, senin de bu kırıklıktan alacağınız ders, hoşgörünün ruha yapılan aşısıdır… 

“Hamdım piştim” diyenler bunu anlatırlar.
Hoşgörü, kocaman kırgınlıkların zamanla tuz-buz ettiği bir egonun, artık kırılmaz hale gelecek kadar toza dönüşmesinden çıkan bir buluttur.
Girdiğin her meclisi kaplar, dağılır, bulaşır… 

Kelam ile anlatılamayacak kadar kalın bir kabuğun, şeffaf bir çizgiye dönüşmesi gibidir…
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

Sen bile kendini bu kadar sevmiyorken, ölmek istiyorken, başkalarının seni sevmesini nasıl talep edebilirsin? Kendini sevmek bencillik/kibir demek değildir.
Taşıdığın ilahi güzellikleri görmek ve ona saygı duyduğun için varlığına şükretmek ve bedenine hürmet etmektir kendini sevmek. 

Evrendeki her şeyin bir parçası ve sebebi olarak kendini gördüğün gün, yapman gerekenleri tamamlamadan gitmeyi sileceksin kafandan.
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

İyilik başkası için değil, kendin için yaptığın bir ruh sıvazlamasıdır.
Başkaları görmediği zaman da “iyi olmayı sürdürdüğün gün” tüm iyilikler de seni bulacaktır…
Zaten hayrına olandır başına gelen. Bunu hiç unutma. 

Ve zor olanı “ölümü” değil, ilahi olanı “yaşamayı” seçtiğin için; senin her yaşadığın günden kendi hayatlarına da iyilik payı alanlar kul haklarını dev bir kucaklamayla sana sunacaklardır kıyamette. 

Şimdi lütfen git, camı aç ve etrafa bakın. 
Karşı sokaktaki simitçiyi, bakkalın önünde oynayan topal çocuğu, aşağı kattan gelen biber dolması kokusunu…
Yahut gecenin karanlığında derinlerde bir yerde ağlayan bebeğin sesini, köpeğin kovaladığı kedinin kaçışını, en tepedeki yaprakları sararırken alttan yemyeşil filizleri çıkan ağacı, içtiğin suyun boynundan inerken bıraktığı serinliği, kestikçe usanmadan hep aynı şekilde uzayan tırnağını düşün… 

Yaşam sürerken, hiç kimsenin başına gelen hiç bir şeyin sürekli olmadığını görmeye çalış. Sen bana “mutluluğu ebedi” tek bir kişi işaret et, ben de sana mutsuzluğun ebedi olmadığını bir kez daha göstereyim… 

Ozan sen duy diye söylemiş: 
” Cehennem yerinde ateş yoktur. Herkes giderken kendi odununu kendi götürür…” 

Ölmeyi, zavallı olduğun için kabul edileceğine inandığın “cennet” için değil, nimetleri veren “O”nun kendine, ışığına karışmak için istediğin gün ölebilirsin ama şimdi değil…
Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan. 

Yarın bugünden çok farklı olmuştur, her zaman. Çünkü sen yaşamın içinde ölümün kendi, ölümün içinde de yaşamın kendi olduğunu bilerek geldin. Hatırla.
Duan ve umudun daim olsun. Bu senin içinde zaten doğuştan var olan bir hazine. Kullan ki yeniden doğasın. 

İmza: İçindeki Muazzez
(“Dön Muazzez” kitabından alıntıdır)

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Yazılar
Afalina Bozkurtlar Buart